15 Aralık 2014 Pazartesi
MODERN TÜRK TİYATROSU
Modern Türk tiyatrosu, dünyadaki diğer Modern Dönem tiyatroları gibi büyük ölçüde Batı tiyatrosunun etkisinde şekillenmiş ve gelişmiştir. Bugün hem Türkiye’de hem de dünyada tiyatro ve drama denince akla gelen sahne sanatı; metin, sahne, dekor, bina, dramatik örgünün nitelikleri, eserin sahnelenmesi vb. bakımlardan Batı tiyatrosundan esinlenerek oluşturulmuş ya da Batı tiyatrosundan aynen alınmıştır.
Modern Türk tiyatrosunun ilk eserleri Tanzimat Dönemi’nde yazılmış, yayımlanmış ve oynanmıştır. İbrahim Şinasi’nin “Tercüman-ı Ahval” gazetesinde 1859’da parça parça yayımlanan Şair Evlenmesi isimli eseri ilk yerli tiyatro denemesidir. Teodor Kasap, Direktör Ali Bey, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem, Ebuzziya Tevfik, Muallim Naci Tanzimat Dönemi’ndeki diğer oyun yazarlarıdır.
Bu dönemde Ahmet Vefik Paşa, gerek Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamalar gerekse Bursa’da vali iken yaptırdığı tiyatro binasıyla ülkemizde tiyatro sanatının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Tanzimat Dönemi’nin en önemli tiyatro toplulukları Osmanlı Tiyatrosu, Asya Kumpanyası, Gedik Paşa Tiyatrosu ve Şark Tiyatrosu’dur. Güllü Agop’un yönetimindeki Osmanlı Tiyatrosu’nda 1870-1880 arasında Türkçe oyunlar oynanmıştır.
Anayasanın yürürlükten kaldırıldığı 1878 ile II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 arasında Türk tiyatrosunda önemli bir gelişme olmamış; 1908-1923 arasında ise halkın siyasal coşkusuna denk düşen oyunlarla tiyatrolar adeta miting alanlarına dönmüştür. Oyunların marşlarla başlayıp söylevlerle son bulduğu bu dönemde tiyatroya ilişkin bütün yapısal sorunlar devam etmiştir.
Günümüz İstanbul Şehir Tiyatrolarının temelini oluşturan Darülbedayi, 1914’te okul olarak kurulmuş; 1920’de Darülbedayi tarafından sahnelenen bir oyunda rol alan Afife Jale, sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde iki yazar, oyun yazarlığını başlı başına bir uğraş olarak benimsemiştir: Ahmet Nuri Sekizinci ve Musahipzade Celal.
Batılı anlamda Türk tiyatrosunun kurucusunun Muhsin Ertuğrul (1892-1979) olduğu kabul edilmektedir. Muhsin Ertuğrul, yaşamı boyunca birçok tiyatro topluluğu kurmuş, hayatının her döneminde tiyatroyla ilgili dersler vererek birçok oyuncu, yazar ve yönetmen yetiştirmiş, 1947’de kurulmakta olan Devlet Tiyatrosu’nu yönetmek için Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nin başına getirilmiş, çeşitli aralıklarla Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Şehir Tiyatroları Başrejisörlüğü görevini sürdürmüş, kısaca yaşamı boyunca Türk tiyatrosunun kurumsallaşmasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Cumhuriyet’in ilanından günümüze dek Türk tiyatrosunda önemli gelişmeler yaşanmış, birçok kentte yeni ve modern tiyatro binaları yapılmış, Devlet ve Şehir Tiyatrolarının yanı sıra pek çok özel tiyatro kurulmuş, tiyatro sanatının en doğru biçimde öğretilmesi için konservatuvarlarda tiyatro ve sahne sanatları bölümleri açılmıştır. Bu süreçte pek çok oyuncu, yazar ve yönetmen yetişmiştir.
Cumhuriyet Dönemi oyun yazarlarının birkaçının isimleri şöyle sıralanabilir: Aka Gündüz, Faruk Nafiz Çamlıbel, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkut, Aziz Nesin, Haldun Taner, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Sermet Çağan, Necati Cumalı, Oktay Arayıcı, Vasıf Öngören, Melih Cevdet Anday, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer, Turgut Özakman, Refik Erduran, Bilgesu Erenus, Tuncer Cücenoğlu, Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur.
1- TRAJEDİ
Seyirciye, hayatın acıklı yönlerini göstermek, ahlak, erdemi anlatmak için yazılmış manzum eserlerdir.
- Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır.
- Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
- Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
- Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
- Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
- Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay )
- Oyunda korolara yer verilir.
- Ünlü trajedi yazarları;
2- KOMEDİ
İnsanların ve olayların gülünç yönlerini ortaya koymak, izleyenleri güldürmek ve düşündürmek amacıyla yazılmış tiyatro eseridir.
- Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır.
- Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
- Her türlü söze şakaya yer verilir
- Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
- Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
- Manzum olarak yazılır.
- Üç birlik kuralına uyulur.
Türün yazarları, Yunan-Aristophanes, Fransız- Moliere.
![]() |
MOLIERE |
![]() |
ARISTOPHANES |
3- DRAM
Hayatı olduğu gibi acıklı ve gülünç yönleriyle sahnede göstermek için yazılan tiyatro eseridir.
- Hayatı olduğu gibi yansıtır. Trajedi ve Komedi kaynaşmıştır.
- Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır.
- Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur
- Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterilir.
- Kişiler halktan veya soylu kişilerden seçilebilir.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Türklerin tiyatrosu yüzyıldan fazla bir süredir, kendi sorunlarını, kendi insanınıı, kendine özgü tarzıyla ve rengiyle seyircisine aktaracak bir biçem arayışı içindedir.
Tanzimat dönemiyle birlikte batılılaşma yanlılarının katı bir biçimde reddettiği ,karşısına aldığı ve imparatorluğun içinde bulunduğu yozlaşmanın birer belirtisi olarak yorumladığı ‘kukla’, ‘ortaoyunu’, ‘karagöz’, ‘meddah’ , ‘çengi’ gibi geleneksel seyirlik tiyatrolarımız, bu güçlü reddetme karşısında, bir değişim süreci içerisinde son zamanlarını yaşadılar.
Çoğunlukla İstanbul’da ortaya çıkan bu geleneksel Türk tiyatrosu sanatımızdaki bu susuş öyle hızla oluştu ki, zaten yazılı metine dayanmak alışkanlığı olmayan bu gösterilerden yola çıkarak yeni bir biçem bileşimine yönelmek isten genç kuşak sanatçıları için, değil otantik bir biçimde yaşatılan bir örneği izleyip incelemek; Eski ustalarla konuşup bilgi alışverişinde bulunma olanağı bile kalmamıştır. Kaybolan bu sanatlar üzerine toplanan belgeleri, malzemeleri, film, fotoğraf,video, ses kaydı gibi yöntemlerle saptanan bilgileri bir araya getiren bir ‘Geleneksel Seyirlik Sanatları Müzesi’ hala kurulmamıştır.
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun seyirlik oyunlarını inceleyelim.
1- KARAGÖZ
2- ORTA OYUNU
3- MEDDAH
4- KÖY SEYİRLİK
1- KÖY SEYİRLİK OYUNU
Köy seyirlik oyunları çağlar boyu süren halk tiyatrosu geleneğinin günümüze gelen mirasıdır. Bu oyunlar tarih boyunca göçlerden, çeşitli kültürlerden ve birikimlerden etkilenmiştir. İslamiyet öncesi Türk kültüründe bugünkü İslamiyet ve Anadolu kültürünün etkisini görüyoruz. Bu oyunlar zaman boyutunda beslenerek bugünkü şeklini almıştır. Oynandığı toplumun kültür düzeyine, zaman ve geleneğe bağlı olarak şekillenir
Değişik yörelerde değişik biçimlerde ve işlevlerde oynanan seyirlik oyunları yedi öbekte toplamak olasıdır:
1. Kut tören ve söylence kaynaklı oyunlar - gerçekçi oyunlar,
2. Ölüp dirilme ve kız kaçırma oyunları,
3. Yılbaşı ve yıl sonu oyunları,
4. Tarımsal oyunlar - çoban oyunları,
5. Hayvan taklitli oyunlar,
6. Dilsiz oyunları - kukla, şaka oyunları,
7. Tek ve çift izlekli oyunlar - dizi oyunları (And,1985).
Seyirlik oyunlarda taklit en önemli özellik olarak yansır. Çatışma ve kişileştirme taklitle sağlanır. Sözlü veya sözsüz oyunlarda bir eylemin veya rolün taklidi söz konusudur. İlkinde eylem olarak olay dizisi, ikincisinde ise insan, hayvan, bitki ve cansız nesneler taklit edilir. Bir başka özellik ise sözlü oyunların belli bir metne bağlı olmadan doğaçtan oluşturulmasıdır. Seyirlik oyunlarda dans, müzik, şiir ve soytarılırın birbirinin içine girdiği görülür. Seyirlik oyunlar her yönüyle "göstermeci tiyatro" özelliği taşır.
Köy seyirlik oyunlar konusunda bilimsel araştırma ve yayınlar için Prof. Dr. metin And' ın ve Nurhan Karadağ' ın eserlerine bakılabilir. Köy seyirlik oyunları temel alan esinlenen yerli yazarlar için Haşmet Zeybek' in Bilgesu Erenus' un oyunlarına Nurhan Karadağ' ın reji çalışmalarına bakılabilir. Örnek olarak Haşmet Zeybek' in "Düğün ya da davul" Bilgesu Erenus' un "Misafir" Nurhan Karadağ' ın "yazı bağında şenlik" "Memiş dayı" rejileri verilebilir.
2- MEDDAH
Osmanlı kahvehanesinde gösterisini yapan bir meddah. |
Meddah veya kıssahan bir topluluk önünde çeşitli hikâyeler anlatan ve taklit sanatı yapan kişiye denir. Bu oyuna ise meddah oyunu denir. Bir tek oyuncunun çeşitli kılıklara girerek bir oyunu canlandırmasıdır.
Meddah genellikle bir konu içinde geçen farklı karakterlerin seslerini, mimiklerini ve hareketlerini canlandırır. Geneldekahvehane gibi halkın topluca bulunduğu alanlarda, küçük bir sahne üzerinde taklit ve güldürmek amaçlı oyunlar yapar.
Anlatısı
Meddahın anlatısını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, öyküler ve efsaneler oluşturur. Meddah oyun esnasında bir hata yaptıysa oyununun sonunda özür diler ve bir sonraki oyunun nerede oynanacağını söyler. Aşkî ve Sururî, 20. yüzyıldaki önemli meddahlar arasındadır.Dekor
Meddah olayları canlandırırken seyircinin rahatça görebileceği şano türü yüksek bir yere oturur. Bir eline mendil bir eline değnek alır. Mendili farklı karakterlerin seslerini taklit edebilmek için kullanır. Değneği ise çeşitli sesleri çıkarmak için kullanır.14 Aralık 2014 Pazar
3- KARAGÖZ VE HACİVAT

Taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur. Karagöz oynatıcısına kurgusal, hayalbaz denir. Yardımcıları çırak, yardak, dayrezen, sandıkkar'dır. Oyunda konuşmaların değişmesi baş hareketleriyle yapılır.
Bu iki karakterin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa nerede nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Anlatılanlar rivayete dayanır, zira gerçekten yaşamış olsalar bile büyük ihtimalle bahsedilen dönemde tarih kitaplarına girecek kadar önemli bulunmamışlardır. Halkbilimciler Karagöz'ün bazı oyunlarda Çingene olduğunu kendi ağzıyla itiraf etmesi, Bulgargaydası çalması ve Evliya Çelebi'nin tanıklığına dayanarak Bizans imparatoru Konstantin'in Çingene seyisi Sofyozlu Bali Çelebi olduğunu ileri sürmektedir. Bir diğer rivayet ise Hacı İvaz Ağa ya da halka mal olan adıyla Hacivat ve Trakya'da bulunan Samakol köyünden demirci ustası Karagöz, Orhan Gazi devrinde Bursa'da yaşamış cami yapımında çalışan iki işçidir. Kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi'nin, "cami vaktinde bitmezse kelleni alırım" dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesine Karagöz ve Hacivat'ı şikayet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat'ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Karagöz ve Hacivat tanınır.
Kökeni
17. yüzyılda son şeklini alan Karagöz gölge tiyatrosunun ne zaman Osmanlı topraklarına geldiğiyle ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden bazıları şunlardır:Birinci görüş: Çin'den Moğollar'a geçen bu gölge oyununu Türkler de Anadolu'ya göçerken beraberlerinde getirmişlerdir. Orta Asya’da çadırlarda oynatılan ve "Çadır Hayal" ya da "Kolkorçak" adı verilen bir tür kukla oyunu ile Karagöz oyunu arasında büyük benzerlikler vardır. "Kolkorçak" sözcüğü, Türkçe'de korçok,konçak gibi "çocuk" anlamına gelen yarım düzine kadar sözcükle çağrışım yapmaktadır.
İkinci görüş: Padişah Yavuz Sultan Selim'in 1517 yılında Mısır’ı ele geçirmesinden sonra bu ülkeden Anadolu'ya gelmiştir. Sultan Selim, Memluk SultanıTomanbay’ın asılışının canlandırıldığı gölge oyununu izlemiş ve çok beğenmiş. Sanatçıları İstanbul'a getirtmiş, bu sanatçılar da İstanbul'da başka sanatçıları yetiştirmişlerdir. En çok kabul gören görüş budur.
Üçüncü görüş: Anadolu'ya Cava Adalarından ve Hindistan’dan çingeneler eliyle getirilmiştir. Buna dayanak olarak çingenelerin Anadolu'ya geliş tarihleri ile Karagöz'ün geliş tarihinin çakışması gösterilmektedir. Ayrıca Karagöz oyunlarında rastlanan bazı çingene özellikleri de bu teoriyi desteklemektedir.
Dördüncü görüş: Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiştir.
Karakterler
"Karagöz ve Hacivat" oyunlarında, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan ve toplumun farklı sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen tiplerle (kabadayılar, uyuşturucu müptelaları, özürlüler vb), İmparatorluk şemsiyesi altında yaşayan çeşitli milletleri temsil eden tiplemelerin (Yahudi, Rum, Arap, Acem, Arnavut vb.) hemen hepsi yer alır. Bu tiplemeler temsil ettikleri kitlenin en temel özellikleri (kılık, kıyafet, davranış biçimleri, şarkılar, danslar, maniler vb) ile ön plâna çıkarlar ve perdede göründükleri anda bu özellikleri (işaretleri) ile anında farkedilirler. Bu tiplemeler ve temel özellikleri şunlardır:Karagöz: Saçsız başına “ışkırlak” adı verilen şapka giymektedir. Hiçbir zaman düzgün bir işi olmayan Karagöz eğitim almamıştır. Hacivat'ın ona bulduğu geçici işlerde çalışır. İçi dışı bir, olduğu gibi görünen, tepkilerini çabuk açığa vuran bir halk adamıdır. Halkın sağduyusunu temsil etmektedir. Merttir, cesurdur bu yüzden başı sürekli beladadır. Meraklı, patavatsız ve açık saçık konuşur. Bazen hile yaparak diğerlerini kandırmaya çalışır. Karısı ile sürekli didişir.
Hacivat: Yukarıya doğru kıvrık sivri bir sakalı olan Hacivat, kurnaz, içten pazarlıklı bir tiptir. Eğitim almış olduğu bellidir ve her konuda iyi kötü bilgi sahibidir. Herkesin nabzına göre şerbet verir. Karagöze göre daha kültürlü, aklı başında ve güvenilir bir tiptir. Arapça ve Farsça sözcükleri sıkça araya sokuşturduğu süslü bir dille konuşur. Bu nedenle Karagöz onun dediklerini çoğu zaman anlamaz ya da anlamazlıktan gelir. Oyunlardaki gülütler genelde bu söz oyunlarına ve yanlış anlaşılmalara dayanır.
Çelebi: İstanbul lehçesiyle konuşan kibar aile çocuğudur. Ailesinden kalan mirasla geçinir. İyi giyinip, güzel konuşur. Şiir okumasını sever
Tiryaki: Uyuşturucu müptelası bir işsizdir. Bu nedenle hep uyuklar. Tütün, nargile, kahve, gibi keyif verici maddelere de düşkündür.
Beberuhi: Diğer adları “Altı kulaç” ve “pisbop”tur. Yılışık ve yaygaracı olan bu karakter hızlı hızlı konuşur, işi gürültüye getirir, sık sık ağlar.
Kayserili: Asıl adı Mayısoğlu olan karakter, Kayserili şivesiyle konuşur ve genellikle bakkal veya pastırmacı olarak perdede gözükür. Bir işareti de kolundaki yumurta sepetidir.
Kastamonulu: Asıl adı “Himmet Dayı” veya “Himmet Ağa” olan bu iri yarı adamın mesleği odunculuktur ve işareti elindeki baltasıdır. Kaba saba bir adamdır ve Kastamonu şivesiyle konuşur.
Laz: Tipik işareti elinde taşıdığı kemençedir. Hızlı konuşur, kimseye konuşma fırsatı vermez, çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşir.
Kürt: Genellikle hamallık ya da bekçilik yapar, şiveli konuşur.
Acem(Püser, Nöker): Ya İran’dan ya da Azerbaycan’dan gelmiştir. Mesleği genelde halıcılık, antikacılık ya da tefeciliktir. Bu zengin tip eğlenceye düşkündür ve etrafına para saçar.
Arap: İki farklı türü vardır, ya “Ak Arap” veya “Kara Arap” olarak perdede gözükür. Çoğunlukla halayık, uşak veya deveci rolündedir. Kına, kahve, fıstık satar. Ak Arap'ın diğer adları: Hacı Fitil, Hacı Kandil, Hacı Şamandıra'dır.
Arnavut (Mestan Ağa, Bayram Ağa, Celo Ağa, Recep Ağa, Şaban Ağa, Ramazan Ağa): Bahçıvan, ciğerci, celep, korucu veya bozacı rolündedir. Cahil cesareti vardır. Çabuk öfkelenip hemen silahına davranır, bir kabadayı gibi davranır fakat sıkıyı görünce kaçar.
Rumelili ("Muhacir"): Trakya şivesiyle konuşan ve adı çoğunlukla “Hüsmen Ağa” olan bu tip perdeye pehlivan ve arabacı olarak gelir. Güreşte yenilince mızıkçılık eder.
Yahudi ("Çıfıt"): Korkak, yaygaracı ve geveze olan bu karakter eskici, sarraf veya tefeci olarak perdede gözükür. İnatçı ve pazarlıkçıdır.
Frenk ("Rum") : Türkçe kelimelerin arasında sıklıkla Rumca kelimeler sarfeder. Mesleği çoğunlukla doktor, meyhaneci, terzi ya da tacirdir.
Ermeni: Müzik ve şiire düşkündür. Mesleği ya kuyumculuk ya da lağımcılıktır.
Çerkez: Başında kalpak ve belinde kılıç vardır.
Tuzsuz: Bu kabadayı tiplemesinin asıl adı "Tuzsuz Deli Bekir"dir. Kaba kuvvetine güvenir ve etrafındakile sürekli çatar, gözdağı verir. Her an kavga çıkarmaya hazırdır.
Matiz: Rumca'da matiz sarhoş anlamına gelir. Elinde sürekli olarak şarap şişesi bulunan Matiz tasviri, sarhoş, külhanbeyi vb tipleriyle yaklaşık olarak aynıdır.
Zeybek: Adaletsizliğe, haksızlığa ve zulme uğrayanları korumak için halkın içinden çıkarak başkaldıran silahlı bir halk kahramanıdır. Eşkiyaya karşılık olarak da kullanılmaktadır.
Zenneler: Oyunun temasına göre farklı farklı rollerde gözükürler. Genelde az konuşurlar. Zenne Karagöz'ün karısı rolündeyse perdede gözükmez sadece sesi duyulur.
Çengi: Genelde oyunun sonunda ortaya çıkıp oynayan bu karakterin adı genelde “çengi kız” veya “Afet”tir.
Cazu: Uçmak ve insanları farklı kılıklara sokmak gibi doğaüstü yetenekleri olan yaratıklardır. Bir ejderin veya bir küpün üzerine binmişlerdir ve ellerinde yılan şeklinde kamçıları vardır.
Cin: Bir diğer doğaüstü bir yaratıktır.
Tiplemelerin gruplandırılması
Karagöz tiplemeleri bazı sanat tarihçileri ve araştırmacılar tarafından kategorilere ayrılarak da incelenmiştir. Örnek olarak bu konuda çok geniş araştırmalar yapmış olan Metin And oyunlardaki tiplemeleri 11 sınıfta incelemiştir
Eksen Kişiler (Karagöz, Hacivat)
Kadınlar (Zenneler, Kanlı Nigar, Salkım İnci, Karagöz'ün karısı, Hacıvat'ın Kızı vs.)
İstanbul ağzıyla konuşanlar (Çelebi, Tiryaki)
Anadolulu kişiler (Lâz, Bolulu, Kayserili, Kürt, Kastamonulu)
Anadolu dışından gelen kişiler (Arnavut, Arap, Acem)
Müslüman olmayan kişiler (Rum, Ermeni, Yahudi)
Kusurlu ve ruhsal hasta olan kişiler (Kekeme, Kambur)
Kabadayılar ve sarhoşlar (Matiz, Tuzsuz Deli Bekir, Sarhoş)
Eğlendirici kişiler (Köçek, Çengi, Cambaz, Hokkabaz)
Olağanüstü kişiler ve yaratıklar (Cazular, Cinler, Canan)
Geçici, ikincil kişiler ve çocuklar (Çeyiz taşıyıcaları, Satıcılar vs.)
Bölümleri
Türk Gölge tiyatrosu olarak bilinen Karagöz-Hacivat oyunları dört bölümden oluşur. Bunlar:I. Mukkaddime (Giriş, Öndeyiş veya Prolog): Bu başlangıç bölümünde kamıştan yapılmış Nareke adı verilen düdüğün çalınması eşliğinde göstermelik adı verilen ve genellikle bir ev ya da bitki benzeri bir manzara tasviri Küşteri Meydanı adı verilen perdenin aşağısından ağır ağır yukarıya doğru yükseltilir. Önce perdeye Hacivat gelir ve bir semai okuyarak Karagöz'ü davet eder. Karagöz de bu daveti kabul ederek Hacivat'la atışmaya başlarlar.
II. Muhavere (Söyleşi veya Atışma): Bu bölümde Hacivat'la Karagöz birbirlerine bilmeceler sorarlar. Başlarından geçen bir olayı ya da gördükleri bir düşü gerçekmiş gibi anlatırlar.
III. Fasıl (Oyun): Karagöz oyunlarının ana bölümü budur. Asıl konunun geliştiği bu bölümde oyunun konusuna göre diğer karakterler de oyuna dahil olurlar. Bu bölümün müzikleri arasında gazeller de önemli bir yer tutar. Karagöz’ü yaratan kişi olarak bilinen "Şeyh Küşteri"yi Pirleri olarak kabul eden Karagözcüler bu nedenle Karagöz perdesine de Küşteri Meydanı adını vermişlerdir. Perde gazellerinin hemen hepsinde de bu kişinin adını geçirirler. Örneğin “Hazret-i Sultan-i Orhan rahmetullah’tan beri/Yadigar-ı Şeyh Kuşteri becadır perdemiz” gibi.
IV. Bitiş (Final, Epilog): Çok kısa olan bu bölümde konu bitmiş, olaylar çözülmüştür. Hacivat'ın Karagöz'e hitaben “Yıktın perdeyi eyledin viran/Varayım sahibine haber vereyim heman” şeklindeki repliği duyulduğunda seyirciye oyunun bittiği ilan edilmiş olur. Diğer görüntüler perdeden çekilirken en sonunda çengi gelir müzik eşliğinde oynar.
Karagöz gereçleri ve tekniği
Hayâli: Karagöz oynatan ustadır. Karagözü tek bir usta oynatır ve bütün mizansenleri o idare eder. Ses taklidi yapabilir. Şarkıları usûl içinde kalarak karikatürize edip perdedeki tiplere özel usûller üretir. Bazı şarkılar bazı tiplemelerle özdeşleşmiştir. Şarkı duyulduğunda seyirci o tipin perdeye geleceğini bilir. Karagöz ustası, "hayâli" ünvanını uzun yıllar yanında "yardaklık" yaparak yetiştiği kendi ustasından alır.Yardak: Ustanın perde arkasındaki yardımcısıdır. Tef çalar, tasvirleri ustanın eline verir.
Perde: Karagöz perdesi zaman zaman farklılıklar gösterse de genellikle 180x100 cm ebatlarındadır ve beyaz renklidir. İlk zamanlar, yani "Kâr-ı Kadîm" (eski) oyunlarda) perde basitçe iki duvar arasına iple gerilen bir basma kumaştan oluşmaktaydı ve 2 x 2,5m uzunluğundaydı. "Nev icad" (yeni) oyunlarda ise paravana şeklinde bir sahne oluşturularak beyaz renkli patiskadan, Ayna adı verilen bir perde kullanılmaktaydı. Bu yeni perdelerin ebatları 180x100 cm'ye küçültülmüştür. Perdeye, Karagöz'ü ilk oynattığı ileri sürülen Şeyh Küşteri'ye atfen Küşteri Meydanı adı da verilir.
Peş tahtası: Perdenin altında bulunan bu tezgâh perdenin gerisine doğru uzanır ve üzerinde Karagöz ustasının kullanacağı "tasvirler", "nâreke", "tef", "ışık kaynağı" vb bu tezgâhın üzerinde hazır bulunur. Raf şeklindeki parçasına Destgâh da denir
Hayâl ağacı: Karagöz ustası perdede birden fazla tasviri idare etmeye çalışırken, yani her iki eli de tasvirlerin çubuklarıyla doluyken, perdede olması gereken üçüncü, dördüncü vb. tasvirleri perdeye yapışık (ve haliyle hareketsiz) tutmaya yarayan çatal biçimli destek gereci.
Tasvirler: Perdede karakterlerin iki boyutlu şekillerine "tasvir" denir. Bunlar ışığı kısmen geçirebilen şeffaf materyallerden yapılırlar. Geleneksel yöntemde devederisi kullanılmaktaydı. Bazen de tasvirler manda, düve, at, eşek ve keçi derisinden kesilirdi. Deve derisi köpek dışkısı (tüyleri dökmekte etkilidir, ancak taze değilse etkili olmaz) ve zırnıkla (sodyum sülfat) tabaklandıktan sonra gerilerek yavaşça kurutulur, camla kazınıp inceltilerek şeffaflığı arttırılır. Tiplemeler deri üzerine çizilip kesildikten sonra ışığı daha da geçirebilmesi için kontürler boyunca delikler açılır. Tasvirler zımparalanarak derinin içine işleyebilen, dayanıklı bitkisel kök boyalarla boyanırlar. Tasvirler genellikle 32–40 cm boyundadır, ancak en iri tasvir "Himmet"tir ve 50 cm boyundadır.
Oynatma çubukları: Gürgen ağacından yapılır ve boyları 50-60 cm kadardır. Tasvirlere tutturularak onlara perdede hareket kazandırmak için kullanılırlar.
Fırdöndü: Türk Karagözü yatay çubuklarla oynatıldığı için tasvirler tek yönlü hareket ederler, geri dönemezler. Bunu aşmak için bazen tasvirlerin sırtına deriden ufak bir yuva yapılır ve bir menteşe yardımı ile görüntünün sağa sola dönmesi sağlanır. Buna "fırdöndü" denmektedir.
Göstermelik: Oyun başlamadan önce müzik eşliğinde perdede hareketsiz duran canlı veya cansız varlıkların tasvirleridir. Bunlar bir limon ağacı, çiçek demeti, gemi, denizkızı veya kedi olabilir. Ya da Zaloglu Rüstem'in dev ile savaşını gösteren bir resim konur. Bunların konuyla ilgisi olması gerekmez. Amaç seyircide bir merak uyandırmak ve onu birazdan başlayacak oyunun havasına sokmaktır.
Işık kaynağı: Eski zamanlarda mum ışığı veya şem’a (bir tür yağ kandili) kullanılmaktaydı. Modern zamanlarda elektrik ampulleri kullanılmaktadır.
Nâreke: Kamıştan yapılmış, kavala benzer bir tür düdüktür. Mukkaddime (giriş) bölümünde çalınır.
Tef: Genelde Karagöz ustası (Hayâli)'nın yardımcısı (Yardak) tarafından çalınır. Oyundaki tefe dayren denmektedir,tefi çalana ise dayrenbaz denilmektedir.
Zil: Tefin kullanıldığı anlarda zil de kullanılmaktadır. Tef ve zilin bir arada olduğu "zilli tef" de kullanılan gereçlerden biriydi
( KARAGÖZ - HACİVAT ) YALAN SÖYLEMEK
13 Aralık 2014 Cumartesi
4- ORTA OYUNU
Tarihi
Bugün bilinen biçimini 19. yüzyılda almışsa da, başlangıcı hayli geriye gider. Anadolu Selçukluları döneminde karşılıklı konuşmaya dayalı oyunların varlığı bilindiği gibi,Osmanlılar döneminde de çalgılı, danslı, taklitli, gülünç oyunlar özellikle büyük kentlerde yaygındı. Önceleri meydan oyunu, kol oyunu gibi adlarla anılan orta oyunuson biçimini aldığı 19. yüzyılda daha çok zuhuri kolu (sonradan ortaya çıkan oyun) adıyla tanınmıştır.Oyun Alanı
Orta oyunu, etrafı kalabalıklarla çevrili geniş bir alana kurulmuş, bir metne bağlı kalınmadan oynanan bir oyundur. Orta oyunu bir açık alan oyunudur, mevsimine göre kapalı yerlerde de oynanmıştır. Palanga denen orta oyunu alanı daire ya da elips biçiminde olur, izleyiciler bu alanın çevresinde sıralanırdı. Oyun alanı ip gerilmiş kazıklarla belirlenir, izleyicilerin hemen önündeki bir köşede çalgı takımı yer alırdı. Orta oyununun başlıca dekoru, yeni dünya denen ve evi simgeleyen iki üç kanatlı, kafesli bir paravan ile dükkânı simgeleyen iki kanatlı daha küçük bir paravan ve arkalıksız bir iskemleydi. Oyuncular sandık odası adı verilen soyunma odalarından çıkıp bir yanda bırakılan küçük bir aralıktan alana girerlerdi.Orta Oyununun bölümleri
Klasik bir orta oyunu Karagöz oyunundakine benzer biçimde giriş (mukaddime), karşılıklı konuşma (muhavere), fasıl ve bitiş bölümlerinden oluşurdu. Alana önce çalgı eşliğinde oyunun iki ana tipinden biri olan Pişekâr girer, baş çalgıcı sayılan zurnacıyla kısa bir konuşmanın ardından, oyunun adını söyleyerek gösteriyi başlatırdı. İkinci ana tip olan Kavuklu'nun gene çalgı eşliğinde alana girmesiyle başlayan karşılıklı konuşma bölümü kendi içinde ikiye ayrılırdı. Kavuklu ile Pişekâr'ın birbiriyle tanış çıkmalarıyla sonuçlanan ilk bölüm arzbâr adıyla anılırdı. Bunun ardından Kavuklu'nun, sonunda rüya olduğu ortaya çıkan bir öykü anlattığı tekerleme bölümü gelirdi. Sarıbas oyunundaki gibi asıl oyunla ilgisi olmayan karşılıklı konuşma bölümü izleyicileri gösteriye ısındırmayı amaçlardı. Asıl oyunun yer aldığı fasıl bölümünde Kavuklu sürekli olarak alanda kalır, oyunun konusuna göre sahneye çıkan çeşitli tiplerle güldürücü konuşmalar yapardı. Bu bölümde zaman zaman Pişekâr da alana gelerek ya yeni tipleri Kavuklu'yla tanıştırır ya da oyunun akışını yönlendirirdi. Oyundaki düğüm genellikle, Karagöz oyununda olduğu gibi sarhoş tipinin ortaya çıkmasıyla çözülürdü. Çok kısa olan bitiş bölümünde Pişekâr ile Kavuklu karşılıklı birkaç söz söyledikten sonra, Pişekâr'in oyunun son bulduğunu açıklaması, işlemiş oldukları kusurlardan ötürü özür dilemesi, gelecek oyunun adını, yerini ve zamanını açıklamasıyla oyun son bulur, Kavuklu ve Pişekâr müzik eşliğinde alandan çıkar.Karakterler
Orta oyununda yer alan bütün tipler Karagöz oyununun tipleri gibidir. Ama Karagöz perdesinde gösterilme olanağı olan doğaüstü yaratıklarla, hayvanlar, sandal, araba gibi binek araçları orta oyununda yer almaz. İki ana kahramanı vardır. Pişekar kültürlüdür; Arapça, Farsça kelimelerle konuşur. Kavuklu ise onu yanlış anlayarak komik durumu ortaya çıkarır. Kadın rolünü de erkekler oynar; buna Zenne denir. Orta oyunu; Karadenizli, Rumelili, Kayserili, Ermeni, Rum, Yahudi, Sarhoş, Bekçi vb. kendi şiveleri ve kılıklarıyla zengin tip çeşitliliğine sahiptir. Orta oyunun ana tipleri olan Pişekâr ile Kavuklu Hacivat ve Karagöz'ün karakter olarak aynısıdır. Ama Pişekâr ile Kavuklu canlı kişiler olduklarından sözlerini vücut hareketleriyle, yüz mimikleriyle güçlendirmek olanağına sahiptirler. Karagöz metne daha çok bağlı kalmak zorundayken orta oyunu oyuncuları oyunun akışına göre metinde çeşitli değişiklikler yapabilirler ve yeni espriler üretebilirlerdi.
Cumhuriyet'ten sonra değişen sanat anlayışına uymayan, gittikçe yaygınlaşan modern tiyatro ile baş edemeyerek yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutan orta oyunu bu gelenekten yetişmiş son oyuncu olan İsmail Dümbüllü'nün ölümüyle(1973) yalnızca RamazaN aylarında hatırlanır hâle gelmiştir.
![]() |
PİŞEKAR - KAVUKLU |
Kavuklu'nun Esnaflığı